YARGITAY HUKUK GENEL KURULU'NUN 15.12.2010 GÜN VE 2010/5-162 ESAS, 2010/651
KARAR SAYILI KARARI
HUKUK GENEL
KURULU KARARI
Hukuk Genel
Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan
ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava,
kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Davacı
vekili 11.07.2007 tarihli dava ve ıslah dilekçelerinde; müvekkilinin tapuda kayden
paydaş bulunduğu, İstanbul İli …… İlçesi …… Mahallesi ….. (yeni …..) ada …
parsel sayılı ……. yüzölçümündeki taşınmazın 18.04.1978 tarihli 1/5000 ölçekli
Nazım İmar Planı’nda ve 26.05.1992 tarihli 1/1000 ölçekli ……. Uygulama
Planı’nda okul alanı olarak gösterildiğini, bilahare 16.07.2004 T.T ’li 1/5000
Ölçekli E-5 Üstü Nazım İmar Planı’nda okul alanında çıkarılarak konut alanına
dönüştürülmüş ise de itirazlar nedeniyle yeniden 16.04.2005 T.T’li 1/5000
ölçekli …….. ……. Nazım İmar Planı’nda “İlkokul alanı” olarak kamu hizmetine
ayrıldığını; taşınmazın 1978 yılından beri okul alanı olarak kamu hizmetine
tahsis edilmesine rağmen, bu güne kadar üzerinde tahsis amacına uygun bir tesis
kurulmadığını, taşınmazın kamulaştırılması yada mülkiyet hakkını kısıtlayan
tahsis amacı dışına çıkarılması talebiyle müvekkilinin müteaddit defalar ……..
Belediye Başkanlığı’na, …….Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na, …….. Valiliği’ne
ve ……… Milli Eğitim Müdürlüğü’ne yaptığı başvuruların sonuçsuz kaldığını;
taşınmazın imar planında yıllardır okul alanı olarak ayrılmış olmasına karşın
davalı İstanbul İl Özel İdaresince amacına uygun olarak kamulaştırılmadığını,
dolayısıyla taşınmaz üzerinde İdarenin devamlılık arz eden bir hak ihlalinin
söz konusu olduğunu, bu durumun Anayasa’nın 35. maddesine aykırı olduğu gibi,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 23.09.1981 tarihli Sporrong ve Lonnrtoh
Kararlarında da vurgulandığı üzere, kamulaştırma izni ve inşaat yasağının uzun
bir süre öngörülmüş olmasının, toplumsal yarar ile bireysel menfaat arasındaki
dengeyi bozduğunu, 1978 yılından beri imar planında okul alanına tahsis edilen
ve uzun yıllar kamulaştırılmayan taşınmazda inşaat yapma olanağının bulunmadığı
ileri sürerek, müvekkilinin payına tekabül eden 347.200,00 TL kamulaştırmasız
el koyma karşılığının dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle
birlikte kamulaştırmasız el koyma hükümleri doğrultusunda davalı idareden
tahsili ile müvekkili adına kayıtlı bulunan payın davalı adına tesciline karar
verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı …….
İl Özel İdaresi vekili cevap dilekçesinde; davanın idari yargıda görülmesi
gerektiğini, İmar planını Maltepe Belediye Başkanlığı ile …….. Büyükşehir
Belediye Başkanlığı’nın hazırlamış olmaları nedeniyle husumetin adı geçen
idarelere yöneltilmesi gerektiğini, davanın süre yönünden de re’sen
incelenmesini istediklerini, taşınmaza müvekkili Kurum tarafından fiilen el
atılmayıp mal sahibinin fiilen tasarrufu elinden alınmadığından tazminat hakkının
doğmayacağını savunarak, davanın usule ve esasa ilişkin nedenlerle reddine
karar verilmesini cevaben bildirmiştir.
Mahkemenin,
“davacının tapuda kayden paydaş bulunduğu …… m2 yüzölçümündeki
taşınmazın ….. m2 lik bölümünün imar planında ilköğretim tesisi
alanına tahsis edildiği ve Maltepe Belediye Başkanlığı’nın cevabi yazısında
imar plan değişikliği bulunmadığının bildirildiği, bu itibarla taşınmaza fiilen
el atılmamış olsa dahi malikin mülkiyet hakkı engellendiğinden kamulaştırmasız
el koyma hükümlerine göre açtığı davanın kabulü gerektiği” gerekçesiyle,
“davanın kısmen kabulü ile 337.600,00 YTL kamulaştırmasız el koyma karşılığının
11.07.2007 dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan
tahsiline, …..(yeni …..) ada …… parsel sayılı taşınmazın davacı adına kayıtlı ½
payından 858 m2 lik bölümün iptali ile davalı adına tesciline” dair
verdiği karar, Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel
Mahkemece, “taşınmazın imar planında okul alanı olarak ayrılmış olması
nedeniyle mülkiyet hakkının özüne uygun şekilde yararlanma olanağı kalmadığı”
gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Davacının
tapuda kayden paydaş bulunduğu dava konusu İstanbul İli, …… İlçesi, …… Mahallesi
….. (……) ada…… parsel sayılı 868 m2 yüzölçümünde ve arsa niteliğindeki
taşınmazın, 26.05.1992 T.T.li ve 1/1000 ölçekli …….İmar Planında ilkokul
alanında kalmakta olup, 16.07.2004 T.T.li ve 1/5000 ölçekli Maltepe …… Nazım
İmar Planına itirazlardan sonra onanan 16.04.2005 T.T.li Nazım İmar Planı kapsamında
da büyük bir bölümünün Temel Eğitim Alanında kaldığı, 26.02.2007 T.T.li ve
1/1000 ölçekli Maltepe …… Uygulama İmar Planında ise yola isabet eden 12 m2 lik
bölüm dışındaki büyük bir bölümünün İlköğretim Tesisi Alanına tahsis edildiği,
taşınmazda imar planında özgülenen amaca yönelik tesis yapılmadığı, dosya
kapsamıyla belirgin olup; esasen bu hususta uyuşmazlık da mevcut değildir.
Dava konusu
taşınmazın çap kaydında “okul alanı içinde, inşaat yapılamaz” kaydının bulduğu,
davacı vekilince, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne, Maltepe İlçe Milli
Eğitim Müdürlüğü’ne, Maltepe Belediye Başkanlığı’na, İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanlığı’na ve Milli Eğitim Bakanlığı’na 13 numaralı parselin
durumunun bir kez daha incelenmesi ve okul alanından çıkarılması talebiyle
1996-1997 yıllarında başvuruda bulunulmuş olmasına karşın, imar planında
değişiklik yapılmadığı ve taşınmazın kamulaştırılmadığı hususları da çekişme
dışıdır.
Açıklanan
maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının içerik ve kapsamları itibariyle
uyuşmazlık; dava konusu taşınmaza davalı idarece fiilen el atılmamış olmasına
karşın, salt 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planında İlköğretim Tesisi Alanına
ayrılmış olması nedeniyle kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığının kabul
edilip edilemeyeceği, noktasında toplanmaktadır.
A) İLGİLİ
HUKUKSAL DÜZENLEMELER:
a-Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası’nın, “Mülkiyet Hakkı” başlıklı 35. maddesi:
MADDE 35. –
Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar,
ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet
hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.
b- Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası’nın, “Kamulaştırma” başlıklı 46. maddesi:
MADDE 46. –
(Değişik: 3.10.2001-4709/18 md.) Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının
gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel
mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla
gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî
irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma
bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir.
Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân
projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların
korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme
şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde,
taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.
Kamulaştırılan
topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının
bedeli, her halde peşin ödenir.
İkinci
fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş
kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz
uygulanır.
c- Anayasa
Mahkemesinin 29.06.2000 tarih ve 24094 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe giren 29.12.1999 tarih ve 1999/33 E. 1999/51 K. sayılı Kararı:
“… 3.5.1985
günlü, 3194 sayılı "İmar Kanunu"nun 13. maddesinin:
A- Birinci
fıkrasının Anayasa'ya aykırı olduğuna ve İptaline,
B- Birinci
fıkrasının iptali nedeniyle uygulanma olanağı kalmayan üçüncü fıkrasının da
2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun'un 29. maddesinin ikinci fıkrası gereğince İptaline…”
d-
16.5.1956 gün ve 1/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı:
“Usulü
dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola
kalbedilen şahsın, esas itibariyle, gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi
şahsiyeti aleyhine meni müdühale davası açmağa hakkı olduğuna, ancak dilerse bu
fiili duruma razı olarak, mülkiyet hakkının amme hükmi şahsiyetine devrine
karşılık gayrimenkulünün bedelinin tahsilini de dava edebileceğine ve
isteyebileceği bedelin de mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava
tarihindeki bedel olduğuna 16.05.1956 tarihinde ilk toplantıda ittifakla karar
verildi.
(“Kamu
tüzel kişiliği tarafından istimlak edilmeksizin taşınmaz malı yola çevrilen
(kalbedilen) kimsenin, el atmanın önlenmesi davasını açmaya hakkı vardır. Ancak
dilerse mülkiyetin devri karşılığı taşınmaz malın bedelini o kamu tüzel
kişiliğinden dava edebilir. İstiyebileceği bedel taşınmazın dava tarihindeki
bedelidir.” )
e) 4721
sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Mülkiyet Hakkının İçeriği” Başlıklı 683. maddesi:
A -
Mülkiyet Hakkının İçeriği
MADDE
683. – Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey
üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine
sahiptir.
Malik,
malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası
açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir.
(Mülga 743
sayılı Türk Kanunu Medenisi:
A- MÜLKİYET
HAKKININ UNSURLARI
Madde
618 - Bir şeye malik olan kimse, o şeyde kanun dairesinde dilediği gibi
tasarruf etmek hakkını haizdir; haksız olarak o şeye vaziyed eden herhangi bir
kimseye karşı istihkak davası ikame ve her nevi müdahaleyi menedebilir.)
f) 3194
sayılı İmar Kanunu’nun İlgili Maddeleri:
Planların
Hazırlanması Ve Yürürlüğe Konulması:
MADDE 8. –
Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara
uyulur.
a)
Bölge planları; sosyo - ekonomik gelişme eğilimlerini, yerleşmelerin gelişme
potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımını
belirlemek üzere hazırlanacak bölge planlarını, gerekli gördüğü hallerde Devlet
Planlama Teşkilatı yapar veya yaptırır.
b)
İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir.
Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak,
belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili
belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak
yürürlüğe girer. Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca
tespit edilen ilan yerlerinde bir ay süre ile ilan edilir. Bir aylık ilan
süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine
gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek
kesin karara bağlar.
c)
(Ek bend: 03/07/2005-5403 S.K./25.mad) Tarım arazileri, Toprak Koruma ve Arazi
Kullanımı Kanununda belirtilen izinler alınmadan tarımsal amaç dışında
kullanılmak üzere plânlanamaz.
Belediye
ve mücavir alan dışında kalan yerlerde yapılacak planlar valilik veya
ilgilisince yapılır veya yaptırılır. Valilikçe uygun görüldüğü takdirde
onaylanarak yürürlüğe girer. Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen
ilan yerinde bir ay süre ile ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara
itiraz edilebilir. İtirazlar valiliğe yapılır, valilik itirazları ve planları onbeş
gün içerisinde inceleyerek kesin karara bağlar.
Onaylanmış
planlarda yapılacak değişiklikler de yukarıdaki usullere tabidir.
Kesinleşen
imar planlarının bir kopyası, Bakanlığa gönderilir.
İmar
planları alenidir. Bu aleniyeti sağlamak ilgili idarelerin görevidir.
Belediye
Başkanlığı ve mülki amirlikler, imar planının tamamını veya bir kısmını
kopyalar veya kitapçıklar haline getirip çoğaltarak tespit edilecek ücret karşılığında
isteyenlere verir.
İmar
Programları, Kamulaştırma Ve Kısıtlılık Hali:
MADDE 10. –
Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu
planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık
imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının
temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu
programlar, belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program
içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu
kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan
alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu
kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli
ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur.
İmar
programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince
kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle
ilgili projeler gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer
kanunlarla verilen haklar devam eder.
İmar Planlarında
Umumi Hizmetlere Ayrılan Yerler:
Madde 13 -
Resmî yapılara, tesislere ve okul, cami, yol, meydan, otopark, yeşil saha,
çocuk bahçesi, pazar yeri, hal, mezbaha ve benzeri umumî hizmetlere ayrılan
alanlarda inşaata ve mevcut bina varsa esaslı değişiklik ve ilaveler
yapılmasına izin verilmez. Ancak imar programına alınıncaya kadar mevcut
kullanma şekli devam eder (İptal fıkra: Anayasa Mahkemesinin 29/12/1999 tarih
ve E. 99/33, K. 99/51 sayılı kararı ile. R.G.: 29/06/2000 - 24094).
İmar
programına alınan alanlarda kamulaştırma yapılıncaya kadar emlak vergisi
ödenmesi durdurulur. Kamulaştırmanın yapılması halinde durdurma tarihi ile
kamulaştırma tarihi arasında tahakkuk edecek olan emlak vergisi, kamulaştırmayı
yapan idare tarafından ödenir. Birinci fıkrada yazılı yerlerin kamulaştırma
yapılmadan önce plan değişikliği ile kamulaştırmayı gerektirmeyen bir maksada
ayrılması halinde ise durdurma tarihinden itibaren geçen sürenin emlak
vergisini mal sahibi öder.
Ancak,
parsel sahibi imar planlarının tasdik tarihinden itibaren beş yıl sonra
müracaat ettiğinde imar planlarında meydana gelen değişikliklerden ve civarın
özelliklerinden dolayı okul, cami ve otopark sahası ve benzeri umumî hizmetlere
ayrılan alanlardan ilgili kamu kuruluşunca yapımından vazgeçildiğine dair görüş
alındığı takdirde, tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini
yeniden irdeleyerek hazırlanacak yeni imar plânına göre inşaat yapılır. Bu
Kanunun yayımı tarihinden önce yapılan imar planlarında, bahsedilen beş yıllık
süre bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren geçerlidir (İptal fıkra: Anayasa
Mahkemesinin 29/12/1999 tarih ve E. 99/33, K. 99/51 sayılı kararı ile. R.G.:
29/06/2000 - 24094).
Onaylanmış
imar planlarında, birinci fıkrada yazılı yerlerdeki arsa ve arazilerin, bu
Kanunda öngörülen düzenleme ortaklık payı oranı üzerindeki miktarlarının mal
sahiplerince ilgili idarelere bedelsiz olarak terk edilmesi halinde bu terk
işlemlerinden ayrıca emlak alım ve satım vergisi alınmaz.”
g) Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi Eki Birinci Protokolün Birinci Maddesi:
“MADDE 1 -
Mülkiyetin Korunması
Her gerçek
ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı
vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve
uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki
hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını
düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının
ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip
oldukları hakka halel getirmez.”
B) GEREKÇE
a-
Kamulaştırmasız Elkoyma Kavramı ve Niteliği:
Kamulaştırmasız
el koyma kavramı 6830 sayılı İstimlak Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 09 Ekim 1956
tarihinden sonraki olgular için söz konusu olup; bu tarihten önceki el koymalar,
05.01.1961 gününde kabul edilen 221 sayılı Amme Hükmi Şahıslar veya
Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller
Hakkındaki Kanun ile “Kamulaştırılmış” sayılmıştır.
Gerek 6830
sayılı İstimlak Kanunu’nda, gerekse bu Kanunu kaldırarak, kamulaştırma
konusunda yeni ilkeler getiren 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nda;
kamulaştırma yapılmaksızın taşınmaz malına el konulan kimsenin, uğradığı zarar
ve ziyan ile mülkiyet hakkının kullanılmasından doğan malın özüne bağlı hangi davaları
açabileceği konusunda bir düzenleme getirilmemiştir.
Taşınmazına
kamulaştırmasız el konulan kimsenin, ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine el
atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, tazminat verilmesini de
isteyebileceği, 16.05.1956 gün ve 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile
çözüme bağlanmıştır.
Bu noktada,
08.11.1983 gününde yürürlüğe giren 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 38.
maddesinde, kamulaştırmasız el koymadan kaynaklanan davalara süre yönünden bir
sınırlama getirilmiş ise de; bu hükmün, Anayasa Mahkemesi’nin 04.11.2003
tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 10.04.2003 gün ve 2002/112 Esas, 2003/33
karar sayılı kararıyla iptal edilmesi sonucu, idarenin kamulaştırmasız el koyma
işlemine karşı hak sahiplerinin dava hakkını yirmi yıl ile sınırlayan hak
düşürücü süre ortadan kalkmıştır.
Şu durumda,
Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yürürlüğe girdiği 04.11.2003 tarihinden
sonra ve bu tarihten önceki yirmi yıl içinde taşınmazlarına kamulaştırmasız el
konulanların, idare aleyhine tazminat ve elatmanın önlenmesi istemiyle süreye
bağlı olmaksızın dava açmalarının önünde yasal bir engel bulunmadığı gibi;
İptal Kararının yürürlüğe girdiği tarihten önceki yirmi yıldan daha önce
taşınmazlarına kamulaştırmasız el konulanların hak ve durumları da, 30.06.2010
tarihinde yürürlüğe giren 18.06.2010 gün ve 5999 sayılı “Kamulaştırma Kanununda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” la düzenlenmiş ve malikçe tazmin talebinde
bulunulması hâlinde öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi, uzlaşma temin
edilemeyen hâllerde dava yoluna gidilebileceği öngörülmüştür.
Görüldüğü
üzere; kamulaştırmasız el atma müessesesi, kaynağını ve dayanağını Anayasa ve
yasalardan almayan, mülkiyet hakkının özüne dokunan bir işlemdir. Kamulaştırmada,
yöntem olarak Anayasa ve yasalara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz
konusu iken, kamulaştırmasız el koymada usulüne uygun bir kamulaştırma
işleminden söz edilmesi olanaklı değildir.
Ancak, kamulaştırmasız
el atma ile kamulaştırmanın, konu, amaç ve yetki yönüyle benzer yönleri
bulunmaktadır; her iki müessesenin de oluşması için, kamulaştırma yapmaya
yetkili devlet kamu tüzel kişileri veya kamu kurumları tarafından kamulaştırma
işleminin yapılması veya kamulaştırmasız el atılmış olması gereklidir.
Kamulaştırmasız el koymada da, kamulaştırmada olduğu gibi, taşınmazın
edinilmesinde kamu yararının bulunması zorunludur. Gerek kamulaştırmanın,
gerekse kamulaştırmasız el koymanın konusu sadece özel mülkiyette bulunan
taşınmaz mallardır.
Az yukarıda
açıklandığı üzere, kamulaştırmasız el koyma müessesesi mülkiyet hakkının özüne
dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip olmakla birlikte, çağdaş bir
yaklaşımla ve sosyal devlet ilkesi gereği olarak uygulamada, taşınmaz malikine,
dava yoluyla mülkiyetin bedele çevrilmesi ya da idarenin hakkın özünü zedeleyen
el koyma eylemine son verilmesi yolu açılmıştır.
Kamulaştırmasız
el atma halinde kamu kurumu, Kamulaştırma Kanununa uygun hareket etmeden,
ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmuş
durumdadır. Bu bakımdan dava, mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil
neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır (11.02.1959 gün, E:1958/17,
K:1959/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesinden).
b- Mülkiyete
İlişkin Anayasalarda Benimsenen Anlayış:
Mülkiyete
ilişkin liberal görüş, kişi-eşya ilişkisinde malike eşya üzerinde sınırsız hak
tanır, mülkiyet hakkını “doğal hak” olarak kabul eder. Malikin eşya üzerinde
mutlak, sınırsız ve tekelci bir hakimiyet hakkı vardır. Mülkiyet hakkı kişiye
bağlı, dokunulmaz, vazgeçilmez, zamanaşımına uğramaz, kutsal bir haktır. Çünkü
mülkiyet hakkı özgürlük, güvenlik gibi kişinin doğal haklarından biridir.
Mülkiyet de özgürlük gibi herkese ve devlete karşı ileri sürülebilecek bir
haktır. Bireyin hak ve özgürlüklerinin sınırı, diğer bireylerin hak ve
özgürlüklerinin sınırıdır. Bunun için de birey hak ve özgürlüklerini dilediği
gibi kullanabilir, birey bu haklara doğal olarak sırf insan olması nedeniyle
sahip olduğu için devlet de bunlara saygılı olmak zorundadır. Bu nedenle mülkiyet
hakkına dışarıdan hiçbir müdahale yapılamaz. Aksine mademki mülkiyet hakkı
malike mutlak ve tekelci bir kullanma, yararlanma ve tasarruf hakkı vermektedir,
o halde malik dilerse malını kullanmama, yararlanmama ve tasarruf etmeme
yetkilerine de sahiptir.
Kısacası ve
önemli olanı liberal düşüncede üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet,
malikin bireysel çıkarlarını önde tutar. Bireysel çıkar toplum çıkarından önce
gelir. Bireysel çıkarla toplum çıkarı çatışırsa bireysel çıkar korunur.
Liberal
mülkiyet görüşünü savunan yazarlara göre, mülkiyet kavramının içeriği sadece
yetkilerden oluşur. Mülkiyet kavramının özünde yetkiler yanında ayrıca ödevler
yoktur. Mülkiyette mevcut yetkilere sosyal gereksinmeler nedeniyle bazı
sınırlamalar getirilse de, bu sınırlamalar istisnaî mahiyettedir. Mülkiyet
hakkı sadece yetkilerden oluştuğu için, bu sınırlamalar mülkiyet kavramına yabancı,
dışarıdan ve sonradan kanunla getirilmiştir.
Modern
mülkiyet anlayışında mülkiyet hakkı yetki ve ödevlerden oluşmaktadır; içerikte
yetki ve ödev yer almaktadır. Malikin hem yetkileri, hem de yakınları ve
topluma karşı ödevleri söz konusudur. Modern mülkiyet anlayışına göre, hakkın
kapsamında yer alan ödevler, mülkiyet hakkına yabancı, ona dıştan ve sonradan
yükletilen sınırlamalar olarak kabul edilmemeli, aksine bunları, kamu yararı
amacıyla malike yükletilen ve mülkiyet hakkını oluşturan ödevler olarak
düşünmelidir.
1924
Anayasası, liberal mülkiyet anlayışıyla, 70. maddesinde “temellük ve tasarruf
hürriyetlerini” Türklerin doğal hakları arasında saymıştır. Fransız ihtilâli ve
tabiî hukuk doktrininin etkilediği 1924 Anayasasının 71. maddesi, “mal her türlü
tasarruftan masundur”; 79. maddesi, “temellük ve tasarrufun hududu hürriyeti
kanunları ile mutassarraftır” demekte ve böylece mülkiyet hakkına hiçbir
sınırlama tanımamaktadır.
1961
Anayasasının mülkiyet anlayışı liberal mülkiyet anlayışından farklı olup; 36.
maddesine göre, “Herkes mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu
yararı amacıyla kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum
yararına aykırı olamaz”.
1961
Anayasasının 36/1 maddesi uyarınca mülkiyet hakkı, hem bir kurum olarak, hem de
bireysel bir hak olarak devletin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır.
Anayasanın 11/2 maddesinde temel hakların özüne dokunulamayacağı güvencesini
getirmiştir. Mülkiyet hakkı da Anayasaya göre temel haklardan biridir. Bu nedenlerle
(md. 36/1, m.11/2) mülkiyet hakkının özüne dokunulamayacaktır.
1961
Anayasası 36/2 ve 3. maddeleri ile, modern mülkiyet anlayışını benimsemiştir.
Modern mülkiyet anlayışında mülkiyet hakkının içeriği, “yetki” ve “ödevlerden”
oluşmaktadır. Bu içerikte malikin hem yetkileri, hem de komşularına ve topluma
karşı ödevleri vardır.
1961 Anayasasının
36/3. maddesinde yer alan “mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına
aykırı olamaz” ilkesi, “yapmama ödevi” yönünden çok önemlidir. Malik bu kural
uyarınca mülkiyet hakkını toplum yararına aykırı kullanmaktan kaçınacaktır.
Malik bu ödeve aykırı olarak mülkiyet hakkını kullandığı takdirde, hakkın
kötüye kullanılması söz konusu olur ki, Anayasa 36/1'de kendisine tanınmış olan
güvenceden artık yararlanamaz.
Görülmektedir
ki, mülkiyet hakkı malike toplum yararına bazı ödevler yükleyen ve Anayasanın
sosyal hak ve ödevler bölümünde yer alan “sosyal bir haktır”. Mülkiyet hakkının
kullanılması toplum yararına aykırı olamaz. Mülkiyet ancak kanunla ve kamu
yararı amacı ile sınırlandırılabilir. Başka bir deyişle, kanun koyucunun
malikin yetkilerini sınırlamak yetkisi, 1961 Anayasasının 36/2. maddesinde
sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırmanın özü “kamu yararı”, şekli ise “kanun”
dur. Kanun koyucunun mülkiyet üzerinde yaptığı sınırlamalar bu hakkın özüne
dokunamaz.
Anayasa
Mahkemesi bir kararında, “mülkiyet hakkı geçen yüzyılın ferdiyetçi doktrinlerinin
etkisi altında malikin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, kutsal ve doğal haklardan
sayılırken günümüzde bu görüş değişmiş ve mülkiyet hakkı, malikine toplum yararına
bazı ödevler ve görevler yükleyen sosyal bir hak olarak görülmeye başlanmıştır”
ifadeleriyle 1961 Anayasasının benimsediği modern mülkiyet görüşünü
uygulamıştır.
Esasen,
modern mülkiyet, liberal mülkiyet anlayışından sosyal mülkiyet anlayışına
geçişi ifade etmektedir. 1982 Anayasasında da, 1961 Anayasasında olduğu gibi,
modern mülkiyet anlayışı benimsenmiştir.
1982
Anayasası da, mülkiyet hakkına saygılı ve bu hakkı koruyan bir rejimi
öngörmektedir. Anayasanın mülkiyet hakkını düzenleyen ve aynı başlığı taşıyan 35.
maddesinde, “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar,
ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet
hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” hükmü bulunmaktadır. 35.
madde de mülkiyet hakkı üç aşamalı bir anlatımla açıklanmıştır:
Birinci
fıkrasında “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir” denilerek bu hakkın
varlığı anayasal bir hak olarak saptanmıştır. Böyle bir hak sahibi bu şeylerin
mülkiyetini kazanabilir. Ona sahip olabilir. Mülkiyetinde olan şeyi dilediği
gibi kullanabilir. Başkalarının o şeye el atması durumunda onun el atmasının
önlenmesini ve bu hakkının korunmasını isteyebilir. Dava edebilir.
Mülkiyet
hakkının bu görünümü sınırsız ve kısıtlamasızdır.
Kutsal,
sınırlamasız ve kısıtlamasız görünen bu hak anılan maddenin 2. ve 3. fıkraları
ile genel bir sınırlamaya bağlı kılınmıştır.
İkinci
fıkra uyarınca: “Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir”.
Demek ki kamu yararı olan yerde veya bu amaçla kullanma gereksiniminde mülkiyet
hakkı sınırlanabilir. Ancak bu sınırlama da kanunla yapılabilir. Kanunsuz
olarak burada kamu yararı vardır, denilerek herhangi bir kamu kurumu veya tüzel
kişisi mülkiyet hakkına herhangi bir sınırlama koyamaz. Öyle ise bu fıkranın
içeriğine göre ancak kamu yararı bulunduğu durumlarda ve kanuna tutunarak
sınırlama yapılabilir, yasal bir dayanak olmadan kamu yararı olsa bile mülkiyet
hakkına el uzatılamaz. Yasanın olanak tanıdığı yerde de kamu yararı
bulunmalıdır.
Anayasa’nın
35. maddesinin İkinci fıkrasında kastedilen, kamu yararı nedeniyle mülkiyet
hakkının sınırlanması, 46. maddede “Kamulaştırma” olarak ayrıntılı bir şekilde
düzenlenmiştir. Ancak, anılan maddede öngörülen koşullar gerçekleştiğinde,
mülkiyet hakkına sınırlama getirilmekte ve karşılığı ödenmek suretiyle malı
elinden zorla alınmaktadır.
1982
Anayasasının 35. maddenin 3. fıkrası, mülkiyet hakkına bir sınırlama daha
koymuştur. Bu fıkrada, “Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı
olamaz” ifadeleriyle, mülkiyet hakkı sahibine kendi kendini sınırlaması koşulunun
ne olduğunu gösterilmiştir.
Dikkat
edilecek olursa; 1982 Anayasasında mal sahibinin kullanma hakkı, 35. maddenin
2. fıkrasında “kamu yararı”, 3. fıkrasında “toplum yararı” ile sınırlanmış ise
de; her iki durumda da, taşınmazın mülkiyetine el uzatılamamakta, sadece
kullanma hakkının hangi sınırlarla bağlı olduğu ifade edilmektedir.
Türk
hukukunda mülkiyet hakkının niteliği ve kapsamı, yürürlükten kaldırılan mülga
743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 618. maddesi ile liberal görüşten
esinlenerek çizilmiş; anılan Kanunu yürürlükten kaldıran 4721 sayılı Türk
Medeni Kanunu’nun 683. maddesinde de paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir.
c- Türk
Hukukunda Mülkiyet Hakkı, Kavram ve İçeriği:
743 sayılı
Türk Kanunu Medenisi ve bu Kanunu ilga eden 4721 sayılı Türk Medeni Kanunun
Dördüncü Kitabında, ilkin, mülkiyet hakkı düzenlenmiş; ne var ki 683. madde
(743 sayılı TKM m.618) ile bir tanım verilmemiş, sağladığı yetkilerin
belirtilmesiyle yetinilmiştir.
Mülkiyet
hakkı özel hukuk kavramı olmakla birlikte, yukarıda açıklandığı gibi, 1961
Anayasasının 36. maddesiyle getirilen yeni mülkiyet anlayışı, 1982 Anayasasının
35. maddesinde özdeş bir düzenlemeyle korunmuştur.
Medeni
Yasada liberal-bireyci görüşten esinlenilmiş ise de, Anayasanın 35. maddesiyle
sosyal mülkiyet görüşü benimsenmiştir.
Anayasanın
“mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağını” içeren
36. maddesi ile Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesi (743 sayılı TKM m.618)
hükümlerinin birlikte incelenmesinden varılacak sonuç, Türk Hukukunda mülkiyet
hakkının sosyal (modern) mülkiyet anlayışıyla düzenlenmiş olduğudur.
Öyleyse,
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesi (743 sayılı TKM m.618)
uyarınca, malik, eşya üzerinde ancak hukuk düzeninin sınırları içinde tasarruf
eder. Dolayısıyla mülkiyet, kişilere, eşya üzerinde en geniş yetkiler
sağlamakla birlikte, ödevler de yükleyen bir hak olarak kabul edilmektedir. Bu
hak, malikin gerek yetkilerini ve gerekse komşularla topluma karşı olan
ödevlerini kapsar. Böylece mülkiyetin özü, yetki ve ödevlerden oluşur.
Mülkiyet
hakkının olumlu içeriğine göre malik, eşyayı eylemli olarak dilediğince
kullanma, ondan ve semerelerinden yararlanma, eşyayı zilyedinde bulundurma,
satış, bağışlama, nesnel haklar kurma, kişisel haklarla sınırlama gibi, eşya
üzerinde dilediğince tasarrufta bulunma yetkileriyle donatılmıştır.